Karl Marx hem düşünür hem sosyolog hem bilgi kuramı olan bir felsefeci hem de siyaset bilimci kimlikleriyle çağımıza damgasını vurmuş bir aydındır. Marx yandaşı veya karşıtı olmak olgular karşısında tavır almak için sıkça başvurulan bir yöntemdir. Ülkemizde Marx üzerine yayımlanmış biyografi ve benzeri kitapların ilki 1968’de yayımlanmış çoğunluğu ise son beş yılda okurla buluşmuş onbir metin mevcuttur. Marx’ın kendi kitaplarının tamamına yakını Sol ve Bilim-Sosyalizm yayınlarınca yayımlanmıştır. Bu yazının amacı yayımlanmış biyografiler üzerinden Marx’ın yaşamını, düşüncesini belirleyen olguları ve bir düşünür olarak önemini vurgulamaktır.
Ülkemizde yayımlanan ilk biyografi Anadolu Yayınlarınca 1968’de yayımlanan Henri Lefebvre’nin “Karl Marx Hayatı ve Eserleri” isimli kitabıdır. İlk biyografilerden birisi olmasının yanında yapıtlarını oluşturduğu atmosfer ile yapıtları arasındaki bağı, düşüncelerinin ana çizgilerini yansıtması ile derli toplu bir kitaptır. Eksiği yaşamından çok düşüncesinin öne çıkması ve kronolojik gelişime uyulmaması nedeniyle izlenme güçlüğü olmasıdır. Yine aynı yıl yayımlanan Max Beer’ın “Karl Marx” kitabı Şerif Hulusi’nin çevirisiyle yayımlanmıştır. Kesitsel, anektodal, salt önemli birkaç olaya odaklanması gibi sınırlılıklarına karşın düşüncesini anlama konusunda ipuçları taşıyan, özenli çevirisiyle dikkat çeken bir metindir. Engels, Bauer ve Ruge ile kalem tartışması, Proudhon ile kalem savaşı bölümleri o dönemki tartışmaların içyüzünü ve Marx’ın düşüncesinin evrilişini ortaya koyar. Bunun bir biyografi olmaktan çok Marx’ ın düşüncesini oluşturan olaylara bir bakış gibi görülmesi daha isabetli olur. G. Cogniot imzalı, Kenan Somer tarafından çevrilmiş, Bilim ve Sosyalizm yayınlarınca yayımlanmış 1975 tarihli kitap “Çağdaşımız Karl Marx” tır. Bu yapıt bir biyografi olmaktan çok, bir devrimci kişiliğin ölümsüz yapıtlarını onun savaşımla geçen yaşamöyküsü içinde çözümlemeye çalışan bir kitaptır. Kitabın ilk iki bölümü ‘Yetişme Yılları Materyalizm ve Komünizme Giriş’ ile ‘Proleter bir Partinin Kurulması için Mücadele’ ilginç saptama ve analizler içerir. Daha az çarpıcı olan sonraki bölümlerde düşüncesinden kesitler ve alıntılar yer alır. “Biyografi” isimli kitap ise Öncü kitabevince 1976 yılında yayımlanmıştır. Sovyet Bilimler Akademisince hazırlanmış Ertuğrul Kürkçü tarafından Türkçeleştirilmiş bu kitap, o döneme ait resim ve belgelerle zenginleştirilmiştir. Marksizmin o günkü ortodoks yorumunu içermesi, o zamanki parti modeline göre yorumlanması, fazla ve sıkıcı sayılabilecek akademik yapısı ile okunması zor bir metindir. Resmi ideoloji metinlerinin tüm zaaflarını içerir. E. Stepanova’nın 1979 tarihli
TKP’nin yayın organı Konuk Yayınlarınca yayımlanmış Semra Çalangu tarafından çevrilmiş “Karl Marx” isimli yapıt ‘Marx’ın Yaşamının Son On Yılı’ gibi tanıklıklara yer veren ilginç bölümlerine rağmen çok yenilik taşımayan özet bir metindir. Ait olduğu düşünce yapısı nedeniyle Lenin ve resmi Sovyetik düşünceyle zorlama bağlar kurma amacı güden propaganda unsurları ile değerinden çok şey yitirmektedir. Bundan sonra anacağımız biyografiler son beş-on yıl içinde yayımlanmış ve klasik biyografiye daha uygun metinlerdir. Yvan Quinou’nun “Yaygın ve Yanlış Fikirler Kıskacında Karl Marx” kitabı Marx’a resmi sosyalist yorum dışında bakan, bilinen kavramlarını yeni bir biçimde ele alan bir metindir. Yaşamını irdelemekten çok önemli fikirlerinin alt yapısı, gerçek anlamı ve dönemsel koşullar içindeki yeri incelenir. Marx’a çağdaş, çok boyutlu ama kitabın hacmi nedeniyle çok derinlikli bir bakış getirmeyen bir metindir. V.İ.Lenin’in “Karl Marx”ı 2011 tarihinde Ferit Burak Aydar tarafından Türkçeleştirilmiştir. Daha çok kolaj özelliğinde, değişik zamanlarda yazılan yazıların bir araya getirildiği bir kitaptır. Lenin’in Marx’ı nasıl gördüğü ve neleri önemsediği anlamında ipuçları taşır. Bu düzlemde Marx’ın değişik dönemlerini irdeleyen bölümler içerir. Daha çok siyasi yanı ağırlıklı olması ve bütünlüklü olmaması gibi olumsuzlukları yanında yaşamı üzerine çok az şey içerir. Ünlü Fransız düşünür Jacques Attali’nin “Karl Marx Evrensel Zihin” isimli kitabı 2010 yılında Martı Şahin ve Melike Işık Durmaz tarafından dilimize kazandırılmıştır. Marx’ın düşünür kimliğine odaklanan, bilgi kuramına yönelen, toplumsal koşullar içinde tarihsel gelişim şemalarını irdeleyen derli toplu bir metindir. Marx’ın bugünkü önemine ışık tutar. Son bölümünde ‘Evrensel Zihin’ de Marx’ın fikirlerindeki çelişkilerinin uzlaştırılması ve dünyayı anlamadaki yönteminin geçerliliği üzerinde durulur. Ünlü tarihçi E.H.Carr’ın “Bolşevik Devrimi” ve “Tarih Nedir” gibi klasik metinleriyle birlikte okunabilecek 2010 yılında Uygur Kocabaşoğlu tarafından dilimize kazandırılmış “Bağnazlık Üzerine bir Araştırma” alt başlıklı “Karl Marx” biyografisi Marx’ın düşüncesine karşı bir tarihçinin salt yaşamına odaklanmış değerli bir araştırmasıdır. İnsan Marx’ı adım adım, yıl yıl inceleyen bu eser yaşamöyküsü anlamında en kapsamlı metindir. Olayları anlatırken tarihçi soğukluğu ve nesnelliğiyle irdelemesi, bütünlüğü, yöntemliliği ile önemli bir biyografidir. İdeolojik bir sınırlama ve koşullama taşımaması ve doğalcı anlatımı ile Carr’ın “Dostoyevski” biyografisi kadar nitelikli olduğu söylenebilir. Niceolaiesky ve
Helfen tarafından kaleme alınan “İnsan ve Savaşçı Karl Marx” 2010 yılında Özlem Gürkan’ın Türkçesiyle yayımlanmıştır. Marx’ın yanıtladığı ve kişiliğinin ipuçlarını açığa çıkaran anket gibi bazı hoş unsurlar içerse de diğer biyografi metinlerinin üzerine çok şey koymayan, düşüncesine girmeyen daha yüzeysel bir metindir. Marx-Engels Enstitüsünde çalışan ve o dönemin devrimci önderleriyle birlikte olma olanağı bulmuş Menşevik kökenli yazarlar Enstitünün katkısı ile bu kitabı hayata geçirmiştir. O dönemin duyarlılıklarını ve bakış açısını yansıtan, sıcağı sıcağına yazılmış bu kitap yine de okunmaya değer birçok nitelik barındırır. İnceleyeceğimiz biyografiler içerisinde en popüleri, en çok atıf alanı hiç kuşkusuz Francis Wheen’in “Karl Marx” isimli kitabıdır. Son dönemde yayımlanan bu biyografi çarpıcı başlıkları, romanımsı kurgusu, akıcılığı ile kolay okunan ve Marx’ı zaafları ve yetkinliği ile ortaya koyan bir yapıttır. Eleştiride biraz ölçüsüz olduğu noktalar olsa da, yer yer haksız yargıların düzeyi aşağılamaya kadar vardsa da Marx’ın düşüncesine yabancı olmayan okur için oldukça yararlıdır. Carr’ın eseri ile birlikte on bir biyografi içinde en bütünlüklü, betimlemesi en güçlü ve genel okur için en ilgi çekici olanıdır. Tehlikesi Marx’a yabancı okur açısından popüler noktalarıyla indirgeyici olma niteliğidir. Türkçede yayımlanmış bu biyografiler ışığında ve bunlardan yola çıkılarak Marx’ın yaşamı, öne çıkan fikirleri yazının bundan sonraki kısmında incelenecektir. Marx’ın, hep öne çıkarılan ve Leninizm’le bağdaştırılan siyasi teorisi ve öngörülerinden çok toplumsal analiz, felsefe ve bilgi kuramı ağırlıklı olarak irdelenmesi gereklidir.
Karl Marx 1818 yılında Almanya’da doğmuş 1883 yılında Londra’da ölmüştür. 1836 yılında Berlin Üniversitesine girmiş ve aynı yıl Prusya’nın soylu ailelerinden Jenny von Westphalen ile nişanlanmıştır. Jenny bütün yokluk ve zorluklar içinde dirençle Marx’ın hem eşi hem yoldaşı hem sekreteri olarak tüm yaşamı boyunca yanında olmuştur. Sosyalizm ile ilk tanışması 1843, bütün yaşamı boyunca en yakın dostu ve çalışma arkadaşı olacak Engels ile karşılaşması 1844 yılındadır. Üniversite yıllarında Berlin’de ve Avrupa’da etkin olan Hegel’in fikirlerinin sürdürücüsü genç Hegelcilerle ciddi tartışmaları olmuş ve ’Tarihin bütün eylemleri kitlelerin çıkarından ilham almıştır; fikirler çıkarları temsil ettikçe eylem haline gelip başarılı olabilirler. Bu olmadıkça coşkunluk ve heyecan uyandırsa da başarı şansı olamaz’ çıkışı ile onlarla ayrışmasını yapmıştır. Komünist Manifesto 1847’de Engels ile birlikte kaleme aldığı ateşli bir ihtiras ve harikulade bilgileri birleştiren, yıllarca süren incelemelerin sonunda ortaya çıkmış ve kutsal kitaptan sonra en büyük satış rakamlarına ulaşmış bir metindir. Berlin’de önce hukuk sonra tarih ve felsefe okumuştur. Tezi Demokritos – Epiküros felsefesi üzerinedir. Ailesi iki kuşak önce Protestanlığa dönmüş Yahudi kökenli varlıklı ve kültürlü bir ailedir. Berlin Üniversitesindeki eğitimi sırasında profesör olma fikrinin gerici üniversite ortamı nedeniyle olanaksızlığını görmüştür. Sonraları kendi değer teorisine egemen düşünce çerçevesinde karşı çıkan kimi üniversite profesörlerini, profesör işi burjuva biliminin sıradan ve alelade temsilcileri olmakla suçlamıştır.
Düşünce kaynakları Hegel başta Alman felsefesi, İngiliz siyasal iktisadı, Saint Simon ve Foruier’den köken alan Fransız ütopyacı sosyalizmidir. Diyalektik materyalizm Marx’ın bizzat kullanmadığı ama onun felsefesini anlatmak için kullanılan bir ifadedir. Yaşadığı dönemin egemen düşüncesinden koparak ‘Hayatı belirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen hayattır. Bilinç yalnız belirlenmiş değil aynı zamanda tarihin somut akışı içinde belirleyicidir ve dolayısıyla tarihsel yaşama kök salmıştır. Bu bağlamda egemenlerin ahlaksal dogmaları ideolojik bir görüngü yani sınıf çıkarlarının kendini gizlediği, onların örtüldüğü bir maskeden başka anlam taşımaz’ der. Marx’ın felsefesi hem dünyayı kavramak için bir araç hem de onu değiştirmek için bir silah olmasıyla eşsizdir. Marx’ın karşıtları onun devrimi Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde beklemesi ve gençlik döneminde öne sürdüğü burjuva değerlerinin yerleştiği toplumlarda barışçıl geçişi öngörüp sonrasında bundan vazgeçmesi gibi yanılgılarını düşüncesinin geçersizliği için kanıt olarak sunarlar. Oysa bu yanılgılar Engels’in vurguladığı üzere tüm dünya proletaryasını kurtarmayı hedefleyen teorisinin yanılgıları; bürokratik liberalizmin mantığından bin kez daha soylu, görkemli, tarihsel açıdan daha değerli ve doğrudur.
Sevdiği yazarlar ve geniş entelektüel ufkunun yapıtaşları ‘Aeschylos, Shakespeare, Fielding, Dante, Cervantes, Diderot, Balzac’ gibi yazarlardır. Dante’nin sözü bütün yaşamın ve savaşımının anahtarı gibidir: ‘Sen kendi yoluna git ve bırak insanlar istediklerini söylesinler’. Marx’a göre tanık olduğu Paris Komünü başarısızlığına karşın gelecek toplumun müjdecisidir ve onun cellatları tarihe alçaklar olarak geçecektir. Babası Marx’ın üniversite dersleri dışında ansiklopedik bir kültür edinme çabasını; bir zaman kaybı, tüm bilgi alanlarında bir serserilik olarak görür. Arkadaşlarınca ise gerçek bir düşünce cephaneliği, hakiki bir fikir fabrikası olarak nitelenecektir. İşte bu cephaneliğin temel düşünürleri Rousseau, Voltaire, D’Holbach, Lessing, Heine ve Hegel’dir.
Feurbach’ın idealizme karşı savaşımının hakkını vermekle birlikte onun materyalizmini pasif ve sınırlı bulur. Gerçek sosyalizmi sınıflar dışı ve insanın ölümsüz doğasını bir hakikat olarak alan, bunun sonucu olarak gerçek kapitalizmin bir eleştirisi yerine evrensel kardeşliğin göz yaşartıcı vaazını, acı çeken insanlık üzerindeki ah-vahlarla geçiren duygusal, gerici küçük burjuva düşüncesinin eleştirisini yapar. Feurbach’ın tezlerinin onbirincisine yaptığı eleştiri sonrası söylediği sözü çok yaygın olarak bilinir: ‘filozoflar bugüne kadar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamaktan başka bir şey yapmadılar, oysa önemli olan onu dönüştürmektir’ der.
Marx burjuvazinin diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğünü savunur ve gençlik yıllarında bu geçişin barışçıl yollarla olabileceğini öngörür. Düşüncesi ‘Kurumlara, törelere, geleneklere göre barışçıl geçişin olabileceğinden, ülkeye özgü koşullar geçişin olanaksız olduğu’ yönüne evrilmiştir’. Bu dönemdeki fikirleri ’Artık değerlerin modern kapitalist toplumun itici gücü olduğu hakkındaki ekonomik yorumu; sınıf savaşımının toplumsal yaşamın her alanına sızmış olduğu ve her şeyi sınıf savaşımından ibaret görmek ne kadar yanlışsa sınıf savaşımından koparmak da o ölçüde yanlıştır’ der. Ayrıca insanın elindeki üretim araçlarıyla maddi dünyayı değiştirerek kendini de değiştirdiğini öne sürer.
Egemen düşünce konusundaki tanımı da hala geçerli ve yol göstericidir ki özetle; Egemen düşüncenin maddi ilişkilerin ifadesinden başka bir şey olmadığı ve fikirler biçiminde kavranmış maddi ilişkilerin kendisi olduğunu söyler. O dönemin egemenleri çağlarının, tarihsel bir dönemin belirleyici düşüncesinin de temsilcileridir.
Engels’in Marx’ın yaşamındaki en önemli insanlardan biri olduğu kesindir. En iyi dostu ve destekçisi olmasının yanında parlak bir ikinci değil, Marx’ınkine eşit deha da ve onu tamamlayan birisidir. Marx’ın düşüncesi onunla canlı, kavrayışlı kısaltmalara ve ekonomik, tarihsel somuta yönelmiştir. Engels dışında enternasyonal çevresinde çetin bir mücadele verdiği Bakunin ve Proudhon da Marx’ın düşüncesinde tıpkı Hegel’den kopuşu gibi bir belirleyicilik taşır. Marx, devrimi; eski toplumların rahminde oluşmuş yeni toplumun ebesi olarak görürken, Bakunin; eski uygarlıktan taş taş üstünde kalmaması ve bütüncül bir imha halinde değişimi öngörür. Marx, geleceğin sosyalist toplumunun maddi ön koşulları, dolayısıyla sosyalist devrimi gerçekleştirip, insanlığı tüm baskı ve sömürüden kurtaracak sosyal gücün kapitalizmin kendi bağrında biçimleneceğini düşünür. Bakunin Marx’ı Avrupa merkezci ve Enternasyonali Alman düşüncesinin egemenliğine sokmakla suçlar. Marx ise Alman disiplini içinde soğukkanlı, akılcı ve koptuğu Hegel düşüncesi gibi bütünlüklü bir düşüncededir. Hegel’den farklı olarak gerçekliği Tanrı’nın hükümdarlığında değil, insanların tarihinde gören bir ‘Evrensel Zihin’dir. Bakunin’in eleştirisine yanıtı ‘yok olan tüm kuşakların geleneği yaşayanların beynine kabus gibi çöker’ önermesinde açığa çıkar. Geniş ilgisi ile Shelley’in kapitalizmin kan emici metaforu olan romanı ‘Frankestein’ a hayranlık duyar. Toplumsal bir oluşumun içerdiği üretici güçleri taşıyamayacağı noktaya kadar asla yok olmayacağını söylerken ünlü ‘İnsanlık ancak çözebileceği sorunları önüne koyar’ sözü ile bu fikrini tamamlar.
Marx’ın kendini değerlendirişi de ilginçtir. İnatçı, sadelikten hoşlanan, kölelikten nefret eden, mutluluk anlayışını savaşım vermek, sefaleti boyun eğmek olarak gören ve ‘insana ait hiçbir şey yabancı değil’ önermesini ön planda tutan birisi olduğunu söyler. Dünyanın kanaati hakkında yüce umursamazlığı kahramanca olmakla beraber bir yönüyle iticidir. Popülerliğe, sıradan kibarlık ilişkilerine şiddetle karşı durur. Kendisini izleyenlerin sayısından bağımsız bir özgüven ve savaşım azmi ile yolunun doğruluğuna temelli bir inanç duyar. Çok yorgun olduğu ya da herhangi bir başka entelektüel yoğunlaşma için gergin olduğu zamanlarda kendisini tümüyle matemetiğe verdiğini ifade eder. Uğradığı başarısızlık ve yenilgilerin hemen sonrasında yeni savaşımlara yelken açar. Robert Owen için övgüyle söz ettiği bir yönü kişiliği hakkında ipucu verir niteliktedir. Ne zaman fikirlerinden biri rağbet görse kendini yeni baştan sevilmez yapacak acayip bir şey söylemek, iyi konuşmacılardan, süslü sözler söylemekle uğraşanlardan nefret etmek biçimindeki tutumundan övgüyle söz eder. Bunun yanında bütün tanrılardan nefret ettiğini söylemesi çağdaş burjuva toplumunun ilahlarına karşı bir dışavurumun ilanıdır.
Marx’ın kariyerinin neredeyse tümü doğum yeri olan Almanya’nın dışında geçer. Bakunin’in Avrupa merkezci suçlamasına temel oluşturacak biçimde Fransa’yı aydınlanmanın ve ilerlemenin, Prusya’yı ise gericiliğin ve cehaletin kalesi olarak görür. Slavları ise işe yaramaz ve küçük görür. Bu yargılarının temeli tabi ki milliyetçi veya ırkçı önyargılardan köken almaz. O günkü dünya koşullarında otoriter, baskıcı görünümdeki ülkelere tepkisinden kaynaklanır. Marx’ı diğer birçok düşün adamından ayıran çoklu alana yayılmış üretiminin zenginliği ve derinliğidir. Bilgi kuramı olan bir filozof, yetkin bir siyaset bilimci ve toplumbilimci, her zaman eylemin içinde yer alan bir devrimcidir. Onunla ilgili eleştirilerin bütün bunlar göz önüne alınarak yapılması daha nesnel olacaktır. Engels çok az kişinin bulunduğu cenaze töreninde ‘Her şeyden önce ve her şeyden çok bir devrimciydi’ diyerek bütün bu özelliklerini vurgular.
Din konusundaki değerlendirmelerine geçmeden önce Marx’ın resmi dini Protestanlık olan bir ülkenin başat olarak katolik bir kentinin Yahudi bir ailesine mensuptur. Tüm yetişkin yaşamını burjuvazinin devrilmesine yönelik savaşıma adamış, ulus devletten uzak duran bir tanrıtanımaz, devletsiz bir insan olarak sürdürdüğü yaşamı öyle de sonlanmıştır. Din, sınıf ve vatandaşlıktan uzak duruşunda kapitalizmin insanlığın başına bela ettiği yabancılaşmayı kendisinde cisimleştirmektedir. Bu bağlamda din insanı yaratmaz, insan dini yaratır; anayasa insanı yaratmaz, insan anayasayı yaratır, düşünce varlıktan doğar, varlık düşünceden değil der. İlerici felsefenin görevinin dine karşı savaşımı dinin doğuşuna neden olan nesnel koşullara karşı savaşıma, cennetin eleştirisini dünyanın eleştirisine, teolojinin eleştirisini politikanın eleştirisine dönüştürmek olduğunu vurgular. Tüm bu nedenlerle din siyasal kararnamelerle toplumdan sökülüp atılamaz, baskıcı bir eylemle dinin kökü kazınamaz, ancak din yanılmasının kökünü kazıyacak toplumsal dönüşüm ile gerçekleştirilir. Din kitlelerin afyonudur sözü de tamamen sosyolojik bir değerlendirmedir, dinin toplumsal eşitsizliklerin yarattığı koşullarda insanların acısını dindirmek işlevini gördüğü ve ancak koşulların değişmesi ile ortadan kalkacağı değerlendirmesine dayanır.
Bilim konusundaki düşüncesi, bilim için kolay yol olmadığı ve sadece onun sarp patikalarını tırmanıp yorulmaktan korkmayanların bilimin ışıklı doruklarına erişme şanslarının olduğudur. Bu konudaki değerlendirmesi şöyledir.’Hangi bilime bakılırsa bakılsın duygularla algılanmış tek bir yasa bulunmayacaktır. Yasaları saptamak için gerçekliğin daha derin katmanını yansıtan bilimsel soyutlanma kullanmak gerekir. Bilim bencil bir zevk olmamalıdır, kendilerini bilimsel araçlara verebilme mutluluğuna sahip olanlar, bilgilerini insanlığın hizmetine koyanların en başında gelmelidir’ der.
Marx ekonomik teorisini oluştururken Adam Smith, David Ricardo ve James Mill bütün okumalarında olduğu gibi sistemli ve notlar çıkararak okumuştur. O iktisatçıya dönüşen bir Hegel, sosyaliste dönüşen bir Ricardo’dur. Kierkegaard’ın sözü Marx’ın teorisinin temellerinden birini açımlar.’Yaşam ileriye doğru yaşanması gereken ancak geriye doğru anlaşılabilen bir süreçtir’. Bir insanı kendi hakkındaki düşüncesiyle değerlendirmek doğru olmadığı gibi bir dönemi de çağın bilincindeki dalgalanmalarla değerlendirmek doğru değildir. Aksine bu bilinci maddi yaşamın çelişkileriyle, toplumsal üretken güçlerle, üretim ilişkileri arasında var olan çatışmayla açıklamak gerektiğini öne sürer. Marksizm modern kültürün dışında olan bir fikir akımı değildir ama topladığı doktrinlerden her birini kendi deneyimleri ve değerlendirmeleriyle köklü bir eleştiriden geçirip dönüştürüp şekil değiştirdikten sonra bir bütün Marksizme dönüşmüştür. Kendisini oluşturan unsurlardan farklı, bilgide bir ileriye sıçrayış, bir devrimdir.
Ekonomik teorisinin temelini oluşturan ‘Emeğin Yabancılaşması’nı şu şekilde kavramsallaştırır. ’İş, işçinin dışında olan bir şeydir, onun bir parçası değildir, işiyle kendini gerçekleştiremez, kendini yadsır, kendini kötü hisseder. Bu yüzden kendisini sadece dinlenme saatlerinde yuvasında duyumsar, oysa çalışırken evsizdir’.
Onca umut ve enerji yatırdığı projelerin başarısızlığı konusunda soğukkanlı, en korkunç anlarda bile gelecek konusunda olumlu yaklaşımını ve güçlü güvenini kaybetmeyen yapıdadır. Üzerinde yıllarca çalıştığı Kapital için Lafargue’ye ‘Kapital onu yazmak için içtiğim puroların bedelini bile karşılamayacak’ der. Annesinin de ‘Karl kapital hakkında kitap yazacağına kapital sahibi olsa’ yaklaşımı ironik ve dikkat çekicidir. Ütopyacıların tersine komünizmi parlak bir gelecek düşü değil, tarihin devrimci araçlar kullanılmasını şart koşan, nesnel biçimde belirlenmiş sonucu olarak düşünüyordu. Yanılgılar, hayaller ve ütopyalarla savaşmak bu düşüncenin doğal sonucuydu.
Darwin’le otuz kilometre mesafede, aynı dönemde yaşamalarına, ortak tanıdıkları olmalarına karşın bir yakınlığı olmamıştır. Darwin için Engels’e bizim tarih teorimize doğa tarihi temeli kazandırıyor demiştir. Engels de Highgate mezarlığında Marx’ın cenaze töreninde yaptığı konuşmada Darwin’in doğa yasalarını, Marx’ın ise insanlık yasalarını keşfettiğini söyler. Marx, Darwin’e Kapitali göndermişse de ölümünden sonra Darwin’in kitaplığındaki kitaptan anlaşıldığı kadarı ile kitaba şöyle bir göz attığı anlaşılmaktadır.
Yedi çocuğundan sadece üçü yaşamda kalan Marx ömrünün büyük kısmını geçirdiği İngiltere’nin yoksul semti Soho’da Engels’in anlatımıyla sadece yaşama tarzının yoksulluğu ile üstelik tam bir yaşama güvensizliği içinde proletaryanın yazgısını paylaşmıştır. Annesi ve babası ile ilişkisi çok kötü olan Marx’ın eşi ve çocuklarıyla ilişkisi çok iyi olmuştur. Yumuşak huylu bir eş ve müşfik bir baba olmayı bütün ömrü boyunca sürdürmüştür. Çocuklarına birçok isim takan; onlarla Shakespeare’in oyunlarını canlandıran, soylu bir aileden gelmekle beraber onunla bütün yaşamı dayanışma içinde paylaşan Jenny ile mutlu bir yaşam sürdürmüştür. Karısını ölümünden üç yıl önce, kızlarından birini de birkaç ay önce yitiren Marx’ın ölümü ömrünün büyük bölümünü geçirdiği İngiltere’de ‘Alman sosyalist Dr.Karl Marx’ın öldüğü bildirildi’ soğukluğu ve ilgisizliği ile haberleştirilmiştir. Diğer birçok ülkede ise ‘işçinin en iyi dostu, en büyük öğretmeni, yeryüzüne ayak basan en soylu adamlardan birisi öldü’ şeklinde karşılanmıştır. Onun insani yönünü ortaya koyan en güzel sözlerden birisi yedi çocuğundan erken ölen oğlunun ölümü üzerine söyledikleridir. Bacon’ın dediği gibi gerçekten önemli insanlar doğa ve dünyayla o kadar çok ilişkiye, o kadar çok ilgi nesnesine sahiptirler ki her türlü kaybın üstesinden gelirler önermesinden yola çıkarak ‘Ben o önemli insanlardan birisi değilim, çocuğumun ölümü beni öylesine derinden sarstı ki, bu kaybın acısını ilk günkü kadar şiddetle hissediyorum’ der.
Karl Marx’ın temel düşüncelerini anlayabilmek için yazının girişinde anılan biografilerden birkaçı ile hemen hepsi dilimize çevrilmiş yapıtları arasında en önemlilerini incelemek gerekir. Bunların en önemlileri ise ‘Komünist Manifesto, 1844 El Yazmaları, Anti Dühring, Ludwig Feurbach, Artı Değer’ dir.
Sonuç olarak 20.yüzyıla damgasını vuran, insanların karşıt veya taraf olmakla kendilerini tanımladıkları, her kriz döneminde düşünceleriyle önemi vurgulanan bu büyük düşünce ve savaşım insanının insanlık tarihindeki yeri her zaman önemli olacaktır. Geçmişe dair çözümlemeleri, teorize ettiği toplumsal gelişim yasaları ve geçerliliğini sürdüren bilgi kuramı ile insanlığın yetiştirdiği en önemli entelektüellerden birisidir. Marx’ı doğru değerlendirmenin en önemli yolu onun var olduğu toplumsal koşulları, düşüncesinin tarih içindeki yerini ve yönteminin bilimsel temellerini irdelemekten geçecektir. Ancak bu başarılabilirse düşünür ve kuramcı Marx’ın, onun sadece bir yorumu kabul edilen uygulamaların dışında hak ettiği nesnellikle kavranabilmesi olanaklı olur.