Etiketler


Falanjist namluların karşısında dimdik duran Unamuno’ya

Akademi genel işlevi anlamında bürokrasiye memur, burjuvaziye eleman yetiştiren bir kurumdur. Genel olarak kurulu düzenin kontrolünde fazla aykırılık yapmayacak, düzen için tehdit oluşturmayacak, kendi dar uzmanlık alanı içinde dönüp durarak ders anlatacak insanların istihdam edildiği Akademi ve özellikle ‘Homo Academicus Alla Turca’ her zamanki halinden daha kötü bir durum almıştır. Uzun yıllardır seküler, dini tarikatların etkinliği altında kurulu düzen ya da Müesses Nizam’a uygun bireylerin öğretim üyesi olarak istihdam edildiği akademiden çok istisnai durumlar dışında entelektüel çıkmaması beklenen bir sonuç mudur? Bir ölçüde bu soruya olumlu yanıt vermemiz gerekir. Bunun üç temel nedeni vardır. Birincisi dar uzmanlık alanlarına hapsolmak gerekliliği, ikincisi akademide pozisyon alanların önemli kesiminde merak, araştırma, genel bakış ve ilerlemenin önünü kesen kibir ve sıradan insanlara hissedilen yersiz üstünlük duygusudur. Üçüncüsü, gençlerin yetişmesinde etkin olduğundan devlet tarafından giderek daha sıkı denetlenen yüksek lise ya da meslek yüksekokullarına dönüşmesidir.

Bütün bu nedenlerin bileşkesi ve sonucu olarak eskiden sayıları çok olmasa da, entelektüeli barındıran üniversitenin bugün kravatlı giderek de sarıklı profesörlerin dolandığı bir yere dönüşmüştür. Akademinin içinde iyi sayılanlar dünyada kendi alanındaki gelişimi ve bilgileri takip edip aktaranlar iken önemli bir kısmı bu özelliğe bile sahip olmayanlardır. Toplumu tanıma, tahlil etme, gelişimi için öneriler getirme gibi işlevleri doğallıkla hemen hiç yoktur. Bunları gerçekleştirmek bağımsız, araştırmacı, cesur insanların işi olduğundan bunu akademideki nakilci muallimler değil, sanatçılar, yazarlar, sinemacılar ve meslek sahibi bağımsız entelektüeller yapabilir. Dikeyine hiyerarşik yapının hüküm sürdüğü ve özgürlüğün neredeyse hiçe yakınlaştığı akademi baştan entelektüel karşıtlığının önemli bir unsurudur. Kurulu düzen sıkı biçimde belirlediği akademiyi entelektüel hayatın üreticisi gibi sunmaya çalışsa da bunun gerçeklikle ilişkisi olmadığı açıktır.

Toplumun dönüştürülmesi öncelikle bir statüko sorgulaması ve sürü ahlakının dışına çıkmayı gerektirdiğinden devlet iaşesine muhtaç kravatlı/cübbeli profesörler böyle bir işlevi gerçekleştirebilecek bilinç, ahlak ve cesaretten yoksundurlar. Oysa bir şeyler öğretebilmek için sürekli düşünmek, sorgulamak ve inşa etmek ile olanaklıdır. Belli bir kalıbın içine oturtulmuş akademisyenler bunu yapmak bir yana potansiyeli olabilecek öğrencilerin bilincini bulanıklaştırmak, hâkim ideolojiye uyumlulaştırmak ve giderek iğdiş etmek görevini üstlenirler. Ülkemiz özelinde yazıp çizdikleri ne dünyaya katkısı olan ne de alanında yenilik taşıyan şeylerdir. Olguları anılan literatür içine yerleştirmek, bunu da çoğu kez kendi dar ideolojik kalıbına göre bozarak biçimlendirmektir. Nitelik olarak belirli bir seviyede akademisyen içtenlikle kendi alanlarından dünya literatürüne katılmış birçok makale bir gecede buharlaşsa dünyada hemen hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemek konusunda tereddüt etmez. Aykırı fikirler üniversitelerin hiyerarşik yapısı içinde henüz gün ışığına çıkmadan boğulurlar. Üniversiteler bu anlamda hapishaneler, kışlalar, tımarhaneler gibi total kurumlar arasında yer alır. Sansür, oto sansürden kısmen korunup aykırı fikirler öne sürenler kurumun içindeki yöneticiler veya büyük hocalarca gözdağı verilerek cezalandırılır.  Akademidekiler öncü, aydın, gelişkin bireyler olmak bir yana bu fikirlerin gelişimine izin verilmeyen köhne yapıların zabitanlarıdır. 

Kendi dar uzmanlık alanının içindeki bilgiye sahip olmak genele, topluma, yaşama dair çocukça gelişmemiş fikirleri örten bir şaldan öteye gitmez. Bu bağlamda bugün üniversitelerimiz total kurulu düzen kurumları olarak teknik düzeyde bilgi öğreten meslek okullarıdır. Yıllar önce bir üniversite hastanesinde başarılı bir ortopedistin “Biz marangoz gibi belirli malzemeyi başarılı şekilde yerine yerleştiren ustalarız” dediğini bulduğumda bunu çok makul bulmuştum. Oysa akademideki çoğunluk “Doğruyu, Hakikati, Bilimi” temsil ettiği yanılsamasına sahiptir. Adeta her türlü sorgulamadan azade bir bilim kilisesi ideolojisi hakim ve yaygındır. Bu da aslında yersiz bir kibir, temelsiz bir övünmeden başka bir anlam taşımaz. Akademinin kalıplaşmış donuk bilgi kalıplarını değil yaşamın özgürleştirici unsurlarını taşıyan entelektüeller üniversitenin dışında kalmaya zorlanır. Kendini herhangi bir grubun içinde ve geniş halk kesimlerinden üstün görmek hem ilişki kurmayı hem ortak iş yapmayı, hem de özdeşlik kurmayı baştan olanaksız kılar. Kendi olmuşluğuna, tamamlanmış lığına inanmak bütün gelişim yollarını kapar. Gelişimin temelini oluşturan unsurlar akademinin dışında kalmış görünmektedir.

Bu bağlamda ana gövdenin, kanonun içinde yer alan hatta onun yapıtaşına dönüşmüş devlet görevlisi akademisyenler kendi geleneksel kalıplarına uymayan hatta onları sarsabilecek şeylere dönüp bakmazlar. Düşünebilmenin şartı olarak yükseköğretim kurumlarında görev yapmayı, o alandaki teorik metinleri benimsemiş, uymayanları da buna uydurmuş, bilgisi otorite tarafından onaylanmış olmayı hem farklılık hem üstünlük aracı olarak görürler. Ülkede istisnasız her askeri darbe ve olağanüstü rejimlerde mutlaka üniversitelerden sivri görülen isimlerin tasfiyesi aslında bütün bunların en iyi göstergesidir. Bu tasfiyelere yakından bakılınca esasında en nitelikli, bilgili, resmi ideolojiye eleştirel bakan kişiler olduğu görülebilir. Baskıcı rejimlerin bu periyodik budamaları aslında remi ideoloji dışında kalan ayrıksı akademisyenler tasfiyesi ve kurulu düzenin sağlamlaştırılması amacı güder.  

Her söylediğini nimet sayanlar, kendi yapıp ettiklerine hayranlık duyanlar, her söze “ben” diye başlayanlar ancak ironik olarak hemen hiçbir konuda özgün görüşü olmayanlar akademisyenlerdir. Sadece yükselmek, idari görevler almak, sınırlı bilgilerini paraya tahvil etmek esas doğrultularıdır. Tarihsel sürece bakınca büyük filozofların, yazar ve sanatçıların ezici çoğunluğu akademinin dışında ve genellikle karşısındadır. Duvarları küf kokan, gri rengin hakim olduğu, statüko içinde ikbal kavgası yapılan üniversitelerden en iyi ihtimalle pratik bilgi teknisyeni meslek sahipleri yetişir. Özetle üniversitelerimiz hemen her zaman seküler, dinsel tarikatların etkin olduğu, egemen ideolojinin devamlılığına bilimsel kılıf geçirme amacı güden devlet daireleridir.

Son olarak birçok toplumda olduğu gibi belki daha fazla entelektüel meslek sahibi, görece kurulu düzenle bağını minimalize etmiş, zihinsel üretimleri ya da çalışarak geçimini sağlayan insanlar arasında boy verir. Bunların önemli kısmı akademide yer almamış, yer alsa da sorunlu ilişkisi çok uzun sürmemiş, akademide kalan az sayıdaki kesimde kadro, unvan, bilgisine uygun ders verilmeyip pasifize edilmiştir. Bu bağlamda ülkemizin yetiştirdiği nadir evrensel bilim insanlarından Cahit Arf’ın şu sözleri üzerinde etraflıca düşünmek gerekir. ”Öğretim Üyesi arkadaşlarımız iyi, hoş insanlardı ama çoğunun bilimle bariz ilgileri yoktu, profesör olmak, dekan olmak, senatoya girmek yani bilim peşinde değil, rütbe peşinde.” sözleri akademinin net ve canlı bir fotoğrafıdır.